21 Kasım 2018 Çarşamba

Eşyanın Tabiatı


I.
Butik Tutku'ya geleli bir hafta oldu. Salih Bey ile tanıştık önce, uzun yoldan gelmiştim ve ister istemez yıpranmıştım. Salih bey omuzlarımdan tutup şöyle bir inceledi beni, sonra beğendiğini belli edercesine kıvrıldı dudakları, yukarıya doğru.
-Tozlanmışsın, hep bu kargo şirketleri yüzünden. Seni şöyle bir silkeleyelim de rengin belli olsun.
Sonra Sevgi Hanım'ın maharetli ellerine teslim etti beni. Yirmi dakikanın ardından vitrinin en güzel yerindeydim. Derin göğüs dekoltem, üzerine giydirildiğim cansız mankenin hatlarını ortaya çıkartan özenli işçiliğim ve butiğin ismini vurgulayan kırmızı rengimle 'Ben buradayım!' diye bağırıyordum olmayan ağzımla. İlgi çekmem uzun sürmedi, birkaç güzel hanım talip oldu bana. Hatta birisi üzerine giyip denedi beni. Benim ilk deneyimimdi, adı Bahar'dı. Kendi çevresinde dönerken eteklerim uçuşuyor, ılık rüzgar kumaşımı okşuyordu. Ben aşktan sarhoş olmuş, Bahar'ın güzelliğine teslimken, tekrar vitrinde buldum kendimi. Anlaşılan Bahar kadrolu bir ev kızıydı ve ne birikmişi ne de annesine yalvarmaları işe yaramıştı. Bahar'ın annesi Fazilet Hanım'ın tavırlarından belliydi zaten Bahar'la bir geleceğimizin olmayacağı. Biz ayrı dünyaların varlıklarıydık.
-Almayacağımı söyledim ya kız sana, Sevgi ablan olmasa üzerine bile giyinemeyecektin. Beş dakika hevesini al, çıkart sonra hemen! O memeleri aça aça dolaşacak bir de, evde bile giydirmem onu sana! Kocana aldırırsın kocana!
Bahar'dan sonra ağır bir depresyona girdim. Gelen geçenin yüzüne bile bakmıyordum. Daha çabuk tozlanıyor, rengimin parlaklığını hızla kaybediyordum. Ne Sevgi Hanım ne de Salih Bey olan bitenin farkındaydı, bedbahtlığın nirvanasındaydım. Derken bir gün butiğin önünden orta yaşlarının sonuna yaklaşmış, pejmurde kıyafeti yerleri süpüren, saçları topak topak kir içerisinde bir kadın geçti. Üzerindeki kıyafetin (sanırım bir zamanlar benim gibi bir elbiseydi) ruhuna bir Fatiha okudum, öleli çok uzun zaman olmuştu. Daha duam son bulmadan kadın geri döndü ve tam karşımda durdu. Aramızda yalnızca vitrinin camı vardı ve kendimi onun delip geçen buz mavisi bakışları yüzünden çırılçıplak hissettim. Eğer bir kıyafet hele de bir tuvaletseniz böyle hissetmeniz gerçekten tedirgin edicidir. Sonra Sevgi Hanım'ın güven veren sesini duydum.
-Salih Bey, Deli Nevhiz gelmiş. Ay ortalarda yoktu bu kadın haftalardır, nereden çıktı? Şu haline bakın, pislik içinde yine.
-Kızım kovala şunu vitrinin önünden, butiğin bereketini kaçıracak.
Sevgi Hanım yerinden oynatmayı başaramadı Nevhiz'i. Sonunda Salih Bey gelip biraz tartaklayınca ancak ayrıldı yerinden. İçim cız etmedi değil. Tamam rahatsız olmuştum, düşünceli davranmaları hoşuma gitmişti ama günler sonra böyle ilgi gördüğüm ilk kadının vitrinin önünden kovulması da canımı sıkmıştı açıkçası.
O akşam dükkanın kapısına kilidi vurup evin yolunu tuttuğunda Salih Bey, ben de uykuya dalmak üzereydim. Bizimkine pek uyku denemez gerçi, bilgisayarınızın uyku modu gibidir bizimkisi daha çok. Sabaha çabuk varabilmek için kendimizi kapatır, dinleniriz sizin gibi. Ne diyordum, tam uykuya dalacakken bir ayak sürüme sesi duydum. Adım atamayacak kadar yorgun, dünyanın yükü yüzünden ayaklarını yerden kaldıramayacak kadar bitkin biriydi gelen. Deli Nevhiz'i görünce kısa süreli bir şok geçirdim, sanırım o sırada göğüs bölgemden birkaç dikişim attı.
Uzunca bir süre hayran hayran baktı bana. Sonra yorulduğundan sanırım yere oturdu. Ne o gözünü kırptı ne ben uyuyabildim gece boyu. Karşıdaki binaların arasından yükselen güneşle anladım sabah olduğunu. Dikkatini bir an bile kaybetmemişti bana bakarken. Sabah güneşi üzerime vurup, göbek bölgeme tutturulmuş birkaç renkli taşı parlatınca Deli Nevhiz'in de gözleri parladı. Ayağa kalktı cama iyice yaklaştı, ellerini vitrin üzerinde gezdirmeye başladı, sanki bana dokunabilecekmiş gibi. O sırada Salih Bey sokağın köşesini dönüyordu. Deli Nevhiz'i görünce küfrederek koşmaya başladı. Nevhiz hiçbir şeyin farkında değildi. Ne sabahın gelişinden ne freni kopmuş kamyon gibi üzerine doğru gelen Salih Bey'den.
İlk silleyi kafasına yedi Nevhiz, Allahı şaştı. Kalıplı adamdı Salih Bey, elinin ayarı da yoktu hani. İkinci darbeyi yanağına aldı, beş parmağın beşi bir değildi, hepsinin acısı farklıydı onu anladı. Burnundan kan boşaldığı halde vitrine baka baka kaçtı oradan Nevhiz. Her şey birkaç saniye içinde olup bitmişti. Arkasından bağırmaya devam etti Salih Bey. Sonra sinirden titreyen elleriyle bir sigara yakıp dükkanın önüne oturdu. Beş dakika sonra Sevgi Hanım geldiğinde sigarasını yarılamıştı.
-Nerdesin kızım sen, saat kaç saat?
-Sekiz buçuk Salih Bey, her sabah geldiğim saat.
-Al şu anahtarları kapıyı aç, elim ayağım titriyor hala. Deli Nevhiz orospusu sabah buradaydı. Bak camları leş gibi yapmış elleye elleye. Bir de bu manyak çıktı başımıza.
Sevgi Hanım sesini çıkartmadı. Salih Bey'in beş dakika sonra sinirinin geçeceğini sonra gönlünü almak için gün boyu uğraşacağını biliyordu. Yine de lavaboda ağladığı kızarmış gözlerinden anlaşılıyordu. Camı sildikten sonra Salih Bey kontrol etti ve Sevgi Hanım'ın tahmin ettiği cümleyi kurdu.
-Aferin kızım, bizim oğlanı ara da 6 tane poğaça alıp geliversin, yoruldun sabah sabah. Sana zahmet bir de çay koyuver.
İyi adamdı Salih Bey, ellilerinin ortasındaki her erkek gibi asabiydi yalnızca. Hayatın sabrını yeterince sınadığını düşünüyordu. Bu yüzden eyvallahı yoktu kimseye ama bir ayağının çukurda olduğunu biliyor, giderayak etrafındaki kimsenin kalbini kırmak istemiyordu. Hem varı yoğu bu butikti, üç çocuk büyütmüştü ekmek teknesiyle, kolay mıydı? Öğlen yemeğini yerken acaba Deli Nevhiz'e çok mu sert vurdum diye vicdan muhasebesi yaptığı gözlerinin üzerinde dolaşan gölgelerden belli oluyordu ama nihayetinde çakmak çakmak yanıyordu suratının ortasındaki iki parlak küre, o vakit anlıyordunuz kendi kendine hak verdiğini.
O gün doğru dürüst iş olmadı. Akşam dükkânı kapatmak istemedi Salih Bey. Bir ara butikte uyumayı düşündü. Sokağı boylu boyunca iki defa yürüdü. Sonunda abartıyorum canım, o dayaktan sonra mahalleyi bırak şehri terk etmiştir Nevhiz delisi, daha da uğramaz buralara deyip kendini rahatlatarak evinin yolunu tuttu.
İnsanlar konu kendilerini kandırmak olduğunda oskarlık bir performans sergilerler her zaman. Salih Bey'in oyunculukla tek ilgisi, evde uyuklarken baktığı televizyon dizileri olsa da bu tanıma tıpatıp uyuyordu ne yazık ki. Çünkü Nevhiz bir fatihin kararlı adımlarıyla şehre geri dönmüştü. Vitrinin tam önünde durdu. Burnundan akan kan ve sümük ağzına, oradan da boynuna kadar inmiş ve kurumuştu ama onun için hiçbir şey benim kumaşımın kırmızısı kadar kırmızı değildi. Güneşin altında her gün biraz daha solmam canını sıkıyordu yalnızca, biliyordum. Hapseden bakışları bende Stockholm Sendromu'na neden olmuştu. Nevhiz'i anlamakla kalmıyor, ona hak da veriyordum. Belki de beni kaçırmalıydı, bu monoton hayattan kurtarmalıydı beni.
İlerleyen yaşına rağmen güzel bir kadındı aslında. Yüzü çökmüştü, kabul ama gözlerindeki buz gibi bakışlar hala 16 yaşının ateşini harlıyorlardı. Sırtındaki kambur o öyle durmayı seçtiği için vardı, aslında kambur değildi. Ne kadar küçük olursa o kadar az dikkat çekeceğini bildiğinden ve sokaklarda yaşamanın en kolay yolu dikkat çekmemek olduğundan mümkün olduğunca küçülmeye çalışıyordu yalnızca. Vücudu kirliydi, pisti evet ama yaşına göre hala çok dinçti.
Beni izlerken sanki üzerine giyinmiş gibi bedenini okşadı. Gece boyu iki âşık gibi bakıştık. Güneş doğduğunda bu defa dikkatliydi. Göbek bölgemdeki taşlar ışıldamaya başladığında sokağın başına çevirdi bakışlarını. Salih Beyi gördüğü anda kaçmaya başladı. Salih Bey, Nevhiz'i yakalayamamanın hıncını yine Sevgi Hanım'dan çıkardı. Günler bu monotonlukla, gecelerse Nevhiz'le bakışarak geçiyordu. Artık karanlığın çökmesini bekliyordum, Nevhiz'imle buluşmak için. Salih Bey'in gerginliği tüm güne yayılıyor, müşteriler yavaş yavaş butikten uzaklaşmaya başlıyorlardı.
Salih Bey düzen adamıydı, gece yarısı kalkıp butiğin önüne gelmiyorsa bunun iki nedeni vardı: Birincisi içten içe Deli Nevhiz'in bir delilik yapmayacağını düşünüyordu, vereceği en büyük zarar camları kirletmek olur diyordu kendi kendine. İkincisi üçlü koltukta uyuklamak gece yarısı dışarıya çıkmaktan daha cazip bir seçenekti. Bu köşe kapmaca oyunu bir yerde bitecekti elbet.
Bir gece Nevhiz elinde koca bir taş parçasıyla geldi. O an neden ona deli dediklerini çok daha iyi anladım. Vitrinden geriye birkaç adım attı. Kolu geriye doğru bir yay çizdi ve tüm gücüyle fırlattı taşı. Cam tuzla buz olurken geceye yayılan şangırtı birçok kişiyi uykusundan uyandırmıştı. Ne yazık ki bunlardan biri de Salih Bey'di...
Hayatımda ilk defa sokağı yaşıyordum. Kaldırım taşlarını, asfalt yolu vitrinden görmek bambaşkaydı, içinde olmak bambaşka. Butiğin görüş alanından çıktığımızdaysa hiç karşılaşmadığım bir dünyayla karşılaştım. Viraneye dönmüş eski evler, sessizliğin hüküm sürdüğü sokaklar. Ne kadar uzaklaştığımızı bilmiyorum ama mahallenin çok gerilerde kaldığına eminim. Günler boyu zombi gibi sürünürken bir anda küheylan gibi dörtnala koşmaya başladı Nevhiz. Kambur sırtı bir heykelden daha dik hale geldi koşmaya başladığında. Şimdiyse nefes nefese, adımları yankılanırken boş sokaklarda...,

II.
Her soluk alıp verişimde titriyorum. Her nefes aldığımda gıcırdıyorum. Titriyor kırık dökük pencerelerim, camlarım. Gıcırdıyor merdivenlerimdeki tahtalarım. Senelerdir yanmadı ocağım. Üşüyorum. Şu kocamış halimle ayakta durmaya çalışıyorum. Bahçedeki kuyu, bastonum. Çatıdaki paramparça kiremitler dökülmüş saçlarım. Bir zamanlar önünde oturup sokağa baktıkları, tül perdelerle süslü pencerelerimin camları kırık şimdilerde. Böyle buz gibi kasnak çatlatan gecelerde, içeriye ölümün soğuk nefesi gibi doluyor rüzgâr. Delikanlılar battaniyelerin, yorganların altında iyice büzüşüyor. O battaniyeler, o yorganlar, o bez parçaları, o paçavralar azar azar getirildiler de yığıldılar salonumun ortasına. O battaniyeler, o yorganlar olmasa donar giderdi şimdiye delikanlılar. İçinde can taşımadıktan sonra, ne anlamı var ayakta kalmanın? Yuva olmadıktan sonra ne anlamı var ev olarak anılmanın? Çatımdan görüyorum şehrin batısında yükselen beton blokları. Hiçbirinin canı yok biliyorum. Ölü doğdular ölü mimarların ellerinden. Can taşıyacak ama canlanmayacaklar hiçbir zaman. Ben ihtiyarladım artık, yaşlandım. Çok konuşurum o yüzden. Hiç yanmayan şöminemin karşısındaki koltuğa gelip otursanız duyarsınız mırıltılarımı. Delikanlılar anlattığım masalları dinleyerek büyüdüler. Bir benim masallarımı bir de analarının umutlarını dinlediler. Gelecek diyordu babanız, gelecek bir gün. Yirmi sene devrildi koca çınarlar gibi. Ne o gün geldi ne de babaları...
Nefes nefese girdi bahçeye Nevhiz. Elinde kırmızı bir elbise. Yavaşladı tahta kurularının yediği ahşap kapımı görünce. Girdi içeriye. Kapımı ardından açık bıraktı da girdi; elinde kırmızı bir elbiseyle. Merdivenler gıcırdadı, delikanlılar kıpırdandı. Nevhiz aheste çıktı merdivenlerimden, salona girdi. Üzerindeki paçavraları çıkardı da elindeki kırmızı elbiseyi giydi. Gitti çocuklarına baktı. Çoktan uyanmışlardı.
-Ortalığı toplayın! dedi Nevhiz. Babanız gelecek...
Nevhiz, üzerinde kırmızı bir elbise. Tıpkı yıllar önce olduğu gibi. Daha çok genç olduğu, daha çok genç olduğum günlerdeki gibi...
Nevhiz’in babası Tahir Bey o dönemin sayılı mimarlarından. Bir sevdiği var: Nesibe Hanım. Bakışıyorlar, tanışıyorlar derken sonunda evlenmeye karar veriyorlar ama oturacak bir evleri, başlarını sokacak bir yuvaları yok. Tahir Bey önce benim arsamı satın alıyor. Arsayı satın aldıktan sonra da beni tasarlıyor. Başlıyorlar birkaç işçiyle temelimi atıp kolları sıvamaya. Tahir Bey kendisi de çalışıyor inşaatımda. Aylar geçiyor, binbir emek ve zahmetle tam da hayallerindeki gibi bir eve kavuşuyorlar Tahir Bey ve Nesibe Hanım. Tabii böyle güzel bir eve bir ses, bir neşe de lâzım geliyor. Ben diyeyim dokuz ay, siz deyin on gün sonra bir can daha katılıyor canlarına. Kızlarına Nevhiz ismini veriyorlar.
Bir zamanlar bomboş olan yanım yörem evlerle dolmaya başlıyor. Yıllar geçtikçe canlanmaya başlıyor muhit. Günler geçtikçe büyüyor küçük Nevhiz. En sevdiği çiçek Nergis oluyor Nevhiz’in. En sevdiği meyve kiraz. En sevdiği ay Haziran oluyor, en sevdiği mevsim yaz. Renklerden kırmızıyı seviyor en çok. Kırmızı bir elbise giyiyor üzerine hep. Dolaşıyor bahçede çıplak ayaklarıyla, gökyüzünü seyrediyor. Bulutlar geçiyor, geçiyor yıllar. Büyüyor Nevhiz. Gökyüzü hep mavi, gönlü hep ferah kalır sanıyor. Olmuyor...
Çimlere uzanıp kitap okurken Nevhiz, bahçenin alçak duvarlarından onu izleyen birini fark ediyor. Gözlerini gözlerine diktiğinde kaçıyor ona bakan. Ertesi gün yine bahçeye iniyor. Aynı yerde kitap okumaya başlıyor. Biraz zaman geçtikten sonra yine izlendiğini fark ediyor ama önemsemiyor. Henüz on altı yaşında olduğundan, belki de hoşuna gidiyor olan biten. Ona biri ilgi gösteriyor. Biriyle sessiz sedasız oyun oynuyor. Nevhiz’in en büyük eğlencesi haline geliyor bu durum. Bense endişeleniyorum onun için. Ailesi hiçbir şeyin farkında değil. Nesibe Hanım dostlarıyla çay içip dedikodu yapıyor, Tahir Bey iş sebebiyle şantiyelerden çıkmıyor. Nevhiz için yalnız ben endişeleniyorum ama endişelenmek hiçbir işe yaramıyor.
Bir gün Nesibe Hanım çay içmek için iki sokak ötedeki bir tanıdığına gittiğinde Nevhiz kendisine bir türk kahvesi pişirip balkona çıkıyor. Bacak bacak üstüne atıp balkon sefası yaparken onu izleyen kişiyi görüyor tekrar. Eliyle kapıyı açmasını istiyor Nevhiz’in takipçisi. Aşağı iniyor Nevhiz. Karşısında kendisinden beş on yaş büyük bir genç duruyor.
-Açsana kapıyı. diyor delikanlı.
-Açmam. diyor Nevhiz.
Bir süre aptal aptal bakışıyorlar.
-Ben senin adını biliyorum. diyor delikanlı. Nevhiz. Aç hadi kapıyı.
-Sen beni mi izliyorsun? diyor Nevhiz. Delikanlıdan yüz çevirip bana geri dönüyor. Kapımdan girerken ‘Aferin kız.’ diyorum içimden ama yüzündeki müstehzi gülümsemeyi fark ettiğimde, erken sevindiğimi anlıyorum.
Günler geçtikçe daha çok bakışmaya başlıyorlar delikanlıyla. Artık alenen bakıyorlar birbirlerinin gözlerinin içine. Biri bahçe duvarının arkasında biri balkondayken. Biri bahçede biri bahçe kapısındayken. Konuşmadan bakışıyorlar. Dokunmadan sevişiyorlar birbirleriyle.  Nesibe Hanım’ın evden gittiği bir gün yine kapıda bitiyor delikanlı. Nevhiz kapıya koşuyor.
-Adını söyle bana. diyor Nevhiz.
-Salih. diyor çocuk ve kapı açılıveriyor.
Merdivenlerimden çıkıyorlar. Nevhiz’in kalbinin gümbürtüsü duvarlarımda yankılanıyor. Merdivenlerimden çıkıyorlar, her basamağım gıcırdıyor. Nevhiz’in küçük odasına geçiyorlar. O daracık yatağa devriliyorlar. Yumuşak öpücükler sert öpüşlere bırakıyor yerini. Heyecan korkuya dönüşüyor. Kırmızı elbisesi yırtılıyor Nevhiz’in, gün görmemiş beyaz teni ortaya çıkınca Salih de zıvanadan çıkıyor. Üzerine abanıyor Nevhiz’in. Çığlıklarını elleriyle, dudaklarıyla kapatıyor. Kırmızı elbisenin kırmızısı yatağa yayılıyor bir süre sonra, Nevhiz’in bacaklarının arasından...
Laf olur, söz olur... İnsanlar, biz ‘cansız’ varlıklar gibi değiller. Eşyanın tabiatı uysal, insanın ki vahşi. Dedikodu olur, gıybet olur. Nevhiz evdekilerin gitmesini bekleyip eve aşığını alıyormuş olur. Nevhiz bütün mahalleye açmış bacaklarını olur. Elalemin ağzı torba değil ki büzesin. Dünkü dostun bugün düşman olur. Dünkü tanışla bugün dövüş olur. Nesibe Hanım’ın kızı Nevhiz’i kirletmişler, evde kalacak, kim alacak olur. Ayol o kız sağlam pabuç değildi zaten olur. Olur da olur. Kimse ne gerçeği bilir ne gerçeği görür. Oysa Nesibe Hanım görmüştü...
O gün komşudan geldiğinde hem bahçe kapısını hem de giriş kapımı açık buldu. Hırsız mı girdi, aman Nevhiz’im diye koştu yukarı. Etraf sakindi, o kadar sakindi ki ürktü bu sessizlikten. Balkona koştu, yoktu Nevhiz. Oysa ya bahçede ya balkonda olurdu bu kız. Korka korka odasına koştu Nevhiz’in. Cansız gibi yatıyordu canı, kızı. Cansız gibi yatıyordu Nevhiz. Bacaklarının arasından akan kanla. Mavi gözleri tavana sabitlenmiş. Ağzı sımsıkı kapalı...
Ne o gün konuştu Nevhiz ne de sonra. O sustu, komşular konuştu. Tahir Bey yüzünü okşadı kızının.
-Yavrum kim yaptı sana bunu? dedi. Nevhiz konuşmadı.
Annesi kızdı bağırdı.
-Söyle kız orospu, ne oldu anlat! dedi. Nevhiz’in ağzını bıçak açmadı.
Babası dövdü, tokatladı. Nevhiz’in gıkı çıkmadı. Konuşmadı Nevhiz. Ağzıyla kuş tutmuştu da bırakmaktan korkuyordu sanki. Zorla birkaç lokma bir şey yiyor. Sonra susup tavana bakıyordu. Oysa konuşuyordu konu komşu. Mahalle bir kazan gibi kaynıyordu. Bir süre sonra öyle bir baskı oluştu ki bu küçük çekirdek aile üzerinde, suçlu onlarmış gibi gitmeleri için bütün iğrençlikleri yaptı koca mahalle. Tahir Bey kahvedeyken olur olmaz laflar atıldı ortaya. Nesibe Hanım konuya komşuya çay içmeye gidemez oldu. Zorla bahçeye çıkartıp gezdirdikleri kızlarını gören mahalleli, duvarların üzerinden, kapının kenarından bahçeye bakmaya başladı. Sanki bir hilkat garibesine bakıyorlardı. Sonunda kızlarını da alıp gitmek zorunda kaldılar. Terk edildim. Bu fesat insanların dilleri, yılan dilinden daha zehirliydi...
Hiç beklemediğim bir şey oldu sonra. Nevhiz uzaklara bırakıldığı halde evine dönen kediler gibi geri döndü bana. Tahir Bey gelip döve döve, bağıra çağıra geri götürdü Nevhiz’i. O birkaç gün sonra geri geldi. Nereye götürülüyordu. Nereden kaçıyordu bilmiyorum. Tahir Hanım’la Nesibe Hanım’a ne olduğunu da bilmiyorum. Sadece Nevhiz’in hikayesini biliyorum. O benim içimde saklandı. O benim içimde saklı...
Sonunda rahat bırakılınca, tekrar bende yaşamaya başladı Nevhiz. Acıkınca dışarı çıkıyor. Yiyecek bir şeyler bulup geliyordu. Ne yazık ki o Salih denen iğrenç herif peşini bırakmadı Nevhiz’in. Nevhiz gelip tek başına kalmaya başlayınca gizliden içeri girmeye başladı. Yirmilerinin ortalarında bir insanın nasıl bu hale gelebildiğini aklım almıyordu. Zavallı Nevhiz aşıktı sanırım bu adama. Çünkü ses çıkarmadı, Salih onu soyarken. Hiç konuşmadı, sert döşemelerimin üzerinde çırılçıplak yatarken. Yalnızca gülümsedi. Gözleri Salih’in gözlerine kilitli.
-Bana bakma!Bakma! diye bağırdı Salih. Bana öyle bakma!
Elleriyle Nevhiz’in gözlerini kapattığında ellerinin gözyaşlarıyla sırılsıklam olduğunu fark etti ama durmadı.
Daha sonra da geldi Salih, Nevhiz’e yiyecek içecek getiriyordu. Vicdanının ağırlığını elindeki torbaların ağırlığıyla dengeledikten sonra bacaklarının arasından yükselen ateşi Nevhiz’e sokularak söndürüyordu. Nevhiz’in ilk oğlunu nasıl doğurduğunu bilmiyorum ama kucağında bir oğlanla girdi bir gün içeri. Salih ayağını kesmedi. Oğlanın kendisinden olduğunu gayet iyi biliyordu. Garip bir aile olmaya doğru gidiyorlardı ta ki Nevhiz ikinci kez hamile kalana dek. Bir daha hiç uğramadı Salih. Nevhiz umutla onu bekledi. Sonra çocuklar büyüdü. Anneleri gibi oldular. Suskun, kırgın, bekleyen. Neyi beklediklerini bilmeden...  Yıllar geçti, ellerinden geldiği kadarıyla yuva yaptılar burayı.
Yine de eski günleri özlüyorum ben, eski renkli günleri. Şimdi hiç renk yok burada her şey siyah ve gri ama sonunda, yıllar yıllar sonra gecenin karanlığını aydınlatan bir meşale gibi elinde kırmızı bir elbiseyle geldi Nevhiz. Şimdi bir yakut gibi parlıyor mumların ışığında...
Delikanlılar pek maharetli. Etrafı öyle bir düzenlediler ki ben bile hayran kaldım. Geceyarısını çoktan  geçti vakit. Dışarıda, gökyüzünde meşum bir hilal parıldıyor. İçimde, çok eskiden duvarımda asılı olan saatin tiktakları. Tik, bahçe kapısı açılıyor, tak biri bahçeyi adımlıyor. Tik, giriş kapım yavaşça aralanıyor, tak bir adım atılıyor merdivenlerime. Tik ve bir adım daha, tak bir adım, tik ve gıcırtılar ve tak ve tik ve tak ve tik ve tak! Olduğu yere mıhlanıp kalıyor. Mum ışığı yüzünü aydınlattığında görüyorum kim olduğunu. Salih bu!
Nevhiz bir kraliçe gibi kendinden emin oturuyor. Şöminenin önündeki tekli koltuğu merdivenlere doğru çevirmiş, bacak bacak üstüne atmış. Elbisenin yırtmacından dışarı taşmış bembeyaz bacakları. Mum ışığında parıldıyor. Salih geçmişe gidiyor, seneler öncesine. Siz de biliyorsunuz artık hikâyeyi. Pişman mı? Özlem mi duyuyor? Nefret mi ediyor Nevhiz’den? Bunları bilmiyoruz. Yüzünden hiçbir şey anlaşılmıyor. Tıpkı yıllar önce Nevhiz’in tavana sabitlenmiş bakışları gibi şimdi Salih’in bakışları. Nevhiz’e sabitlenip kaldılar. Salih yavaş yavaş ilerliyor Nevhiz’e doğru. Nevhiz kıpırtısız. Tam elini Nevhiz’e uzattığı sırada Nevhiz’in gözleri parlıyor ve gölgelerin arasından iki delikanlı çıkıyor. Biri Nevhiz’in sağından diğeriyse solundan ilerleyip aynı anda ,
-Hoşgeldin baba! diye karşılıyorlar hiç yüzünü görmedikleri babalarını.
Defalarca sarılıyorlar babalarına ellerindeki uzun ve sivri bıçaklarla. Salihin koca göbeğine girip çıkıyor bıçaklar. Zamanında Salih’in Nevhiz’in içine girdiği gibi. Defalarca, canını yakarak, ileri ve geri. Sesi çıkmıyor Salih’in, çıkamıyor. Sırt üstü yere düşüyor.
Nevhiz ayağa kalkıyor, elleriyle Salih’in tavana sabitlenmiş cansız gözlerini kapatıyor. Ellerinin sırılsıklam olduğunu fark ediyor, Salih’in gözyaşlarıyla. Üzerindeki kırmızı elbiseyi bir çırpıda çıkarıp yerde yatan cesedin üzerine atıyor. Elbisenin kırmızısı tüm döşemeye yayılıyor bir süre sonra, Salih’in cansız vücudundan...
Burak Albayrak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Her Şeye Yeniden Başlamak Mümkün Mü?

arzın merkezinden başlayarak senin merkezinden, ilk öptüğümden nefes suyundan ağaçların ayaklandığı yerden konuşurken uzayan boşluklarda...