I.
Butik Tutku'ya geleli bir hafta oldu. Salih Bey ile
tanıştık önce, uzun yoldan gelmiştim ve ister istemez yıpranmıştım. Salih bey
omuzlarımdan tutup şöyle bir inceledi beni, sonra beğendiğini belli edercesine
kıvrıldı dudakları, yukarıya doğru.
-Tozlanmışsın, hep bu kargo şirketleri yüzünden.
Seni şöyle bir silkeleyelim de rengin belli olsun.
Sonra Sevgi Hanım'ın maharetli ellerine teslim etti
beni. Yirmi dakikanın ardından vitrinin en güzel yerindeydim. Derin göğüs
dekoltem, üzerine giydirildiğim cansız mankenin hatlarını ortaya çıkartan
özenli işçiliğim ve butiğin ismini vurgulayan kırmızı rengimle 'Ben buradayım!'
diye bağırıyordum olmayan ağzımla. İlgi çekmem uzun sürmedi, birkaç güzel hanım
talip oldu bana. Hatta birisi üzerine giyip denedi beni. Benim ilk deneyimimdi,
adı Bahar'dı. Kendi çevresinde dönerken eteklerim uçuşuyor, ılık rüzgar
kumaşımı okşuyordu. Ben aşktan sarhoş olmuş, Bahar'ın güzelliğine teslimken,
tekrar vitrinde buldum kendimi. Anlaşılan Bahar kadrolu bir ev kızıydı ve ne
birikmişi ne de annesine yalvarmaları işe yaramıştı. Bahar'ın annesi Fazilet
Hanım'ın tavırlarından belliydi zaten Bahar'la bir geleceğimizin olmayacağı.
Biz ayrı dünyaların varlıklarıydık.
-Almayacağımı söyledim ya kız sana, Sevgi ablan olmasa
üzerine bile giyinemeyecektin. Beş dakika hevesini al, çıkart sonra hemen! O
memeleri aça aça dolaşacak bir de, evde bile giydirmem onu sana! Kocana
aldırırsın kocana!
Bahar'dan sonra ağır bir depresyona girdim. Gelen
geçenin yüzüne bile bakmıyordum. Daha çabuk tozlanıyor, rengimin parlaklığını
hızla kaybediyordum. Ne Sevgi Hanım ne de Salih Bey olan bitenin farkındaydı,
bedbahtlığın nirvanasındaydım. Derken bir gün butiğin önünden orta yaşlarının
sonuna yaklaşmış, pejmurde kıyafeti yerleri süpüren, saçları topak topak kir
içerisinde bir kadın geçti. Üzerindeki kıyafetin (sanırım bir zamanlar benim
gibi bir elbiseydi) ruhuna bir Fatiha okudum, öleli çok uzun zaman olmuştu.
Daha duam son bulmadan kadın geri döndü ve tam karşımda durdu. Aramızda
yalnızca vitrinin camı vardı ve kendimi onun delip geçen buz mavisi bakışları
yüzünden çırılçıplak hissettim. Eğer bir kıyafet hele de bir tuvaletseniz böyle
hissetmeniz gerçekten tedirgin edicidir. Sonra Sevgi Hanım'ın güven veren
sesini duydum.
-Salih Bey, Deli Nevhiz gelmiş. Ay ortalarda yoktu
bu kadın haftalardır, nereden çıktı? Şu haline bakın, pislik içinde yine.
-Kızım kovala şunu vitrinin önünden, butiğin
bereketini kaçıracak.
Sevgi Hanım yerinden oynatmayı başaramadı Nevhiz'i.
Sonunda Salih Bey gelip biraz tartaklayınca ancak ayrıldı yerinden. İçim cız
etmedi değil. Tamam rahatsız olmuştum, düşünceli davranmaları hoşuma gitmişti
ama günler sonra böyle ilgi gördüğüm ilk kadının vitrinin önünden kovulması da
canımı sıkmıştı açıkçası.
O akşam dükkanın kapısına kilidi vurup evin yolunu
tuttuğunda Salih Bey, ben de uykuya dalmak üzereydim. Bizimkine pek uyku
denemez gerçi, bilgisayarınızın uyku modu gibidir bizimkisi daha çok. Sabaha
çabuk varabilmek için kendimizi kapatır, dinleniriz sizin gibi. Ne diyordum,
tam uykuya dalacakken bir ayak sürüme sesi duydum. Adım atamayacak kadar
yorgun, dünyanın yükü yüzünden ayaklarını yerden kaldıramayacak kadar bitkin
biriydi gelen. Deli Nevhiz'i görünce kısa süreli bir şok geçirdim, sanırım o
sırada göğüs bölgemden birkaç dikişim attı.
Uzunca bir süre hayran hayran baktı bana. Sonra
yorulduğundan sanırım yere oturdu. Ne o gözünü kırptı ne ben uyuyabildim gece
boyu. Karşıdaki binaların arasından yükselen güneşle anladım sabah olduğunu.
Dikkatini bir an bile kaybetmemişti bana bakarken. Sabah güneşi üzerime vurup,
göbek bölgeme tutturulmuş birkaç renkli taşı parlatınca Deli Nevhiz'in de
gözleri parladı. Ayağa kalktı cama iyice yaklaştı, ellerini vitrin üzerinde
gezdirmeye başladı, sanki bana dokunabilecekmiş gibi. O sırada Salih Bey sokağın
köşesini dönüyordu. Deli Nevhiz'i görünce küfrederek koşmaya başladı. Nevhiz hiçbir
şeyin farkında değildi. Ne sabahın gelişinden ne freni kopmuş kamyon gibi
üzerine doğru gelen Salih Bey'den.
İlk silleyi kafasına yedi Nevhiz, Allahı şaştı.
Kalıplı adamdı Salih Bey, elinin ayarı da yoktu hani. İkinci darbeyi yanağına
aldı, beş parmağın beşi bir değildi, hepsinin acısı farklıydı onu anladı.
Burnundan kan boşaldığı halde vitrine baka baka kaçtı oradan Nevhiz. Her şey
birkaç saniye içinde olup bitmişti. Arkasından bağırmaya devam etti Salih Bey.
Sonra sinirden titreyen elleriyle bir sigara yakıp dükkanın önüne oturdu. Beş
dakika sonra Sevgi Hanım geldiğinde sigarasını yarılamıştı.
-Nerdesin kızım sen, saat kaç saat?
-Sekiz buçuk Salih Bey, her sabah geldiğim saat.
-Al şu anahtarları kapıyı aç, elim ayağım titriyor
hala. Deli Nevhiz orospusu sabah buradaydı. Bak camları leş gibi yapmış elleye
elleye. Bir de bu manyak çıktı başımıza.
Sevgi Hanım sesini çıkartmadı. Salih Bey'in beş
dakika sonra sinirinin geçeceğini sonra gönlünü almak için gün boyu
uğraşacağını biliyordu. Yine de lavaboda ağladığı kızarmış gözlerinden
anlaşılıyordu. Camı sildikten sonra Salih Bey kontrol etti ve Sevgi Hanım'ın
tahmin ettiği cümleyi kurdu.
-Aferin kızım, bizim oğlanı ara da 6 tane poğaça
alıp geliversin, yoruldun sabah sabah. Sana zahmet bir de çay koyuver.
İyi adamdı Salih Bey, ellilerinin ortasındaki her
erkek gibi asabiydi yalnızca. Hayatın sabrını yeterince sınadığını düşünüyordu.
Bu yüzden eyvallahı yoktu kimseye ama bir ayağının çukurda olduğunu biliyor, giderayak
etrafındaki kimsenin kalbini kırmak istemiyordu. Hem varı yoğu bu butikti, üç
çocuk büyütmüştü ekmek teknesiyle, kolay mıydı? Öğlen yemeğini yerken acaba
Deli Nevhiz'e çok mu sert vurdum diye vicdan muhasebesi yaptığı gözlerinin
üzerinde dolaşan gölgelerden belli oluyordu ama nihayetinde çakmak çakmak
yanıyordu suratının ortasındaki iki parlak küre, o vakit anlıyordunuz kendi
kendine hak verdiğini.
O gün doğru dürüst iş olmadı. Akşam dükkânı kapatmak
istemedi Salih Bey. Bir ara butikte uyumayı düşündü. Sokağı boylu boyunca iki
defa yürüdü. Sonunda abartıyorum canım, o dayaktan sonra mahalleyi bırak şehri
terk etmiştir Nevhiz delisi, daha da uğramaz buralara deyip kendini
rahatlatarak evinin yolunu tuttu.
İnsanlar konu kendilerini kandırmak olduğunda
oskarlık bir performans sergilerler her zaman. Salih Bey'in oyunculukla tek
ilgisi, evde uyuklarken baktığı televizyon dizileri olsa da bu tanıma tıpatıp uyuyordu
ne yazık ki. Çünkü Nevhiz bir fatihin kararlı adımlarıyla şehre geri dönmüştü.
Vitrinin tam önünde durdu. Burnundan akan kan ve sümük ağzına, oradan da
boynuna kadar inmiş ve kurumuştu ama onun için hiçbir şey benim kumaşımın
kırmızısı kadar kırmızı değildi. Güneşin altında her gün biraz daha solmam
canını sıkıyordu yalnızca, biliyordum. Hapseden bakışları bende Stockholm Sendromu'na
neden olmuştu. Nevhiz'i anlamakla kalmıyor, ona hak da veriyordum. Belki de
beni kaçırmalıydı, bu monoton hayattan kurtarmalıydı beni.
İlerleyen yaşına rağmen güzel bir kadındı aslında.
Yüzü çökmüştü, kabul ama gözlerindeki buz gibi bakışlar hala 16 yaşının ateşini
harlıyorlardı. Sırtındaki kambur o öyle durmayı seçtiği için vardı, aslında
kambur değildi. Ne kadar küçük olursa o kadar az dikkat çekeceğini bildiğinden
ve sokaklarda yaşamanın en kolay yolu dikkat çekmemek olduğundan mümkün
olduğunca küçülmeye çalışıyordu yalnızca. Vücudu kirliydi, pisti evet ama
yaşına göre hala çok dinçti.
Beni izlerken sanki üzerine giyinmiş gibi bedenini
okşadı. Gece boyu iki âşık gibi bakıştık. Güneş doğduğunda bu defa dikkatliydi.
Göbek bölgemdeki taşlar ışıldamaya başladığında sokağın başına çevirdi
bakışlarını. Salih Beyi gördüğü anda kaçmaya başladı. Salih Bey, Nevhiz'i
yakalayamamanın hıncını yine Sevgi Hanım'dan çıkardı. Günler bu monotonlukla, gecelerse
Nevhiz'le bakışarak geçiyordu. Artık karanlığın çökmesini bekliyordum, Nevhiz'imle
buluşmak için. Salih Bey'in gerginliği tüm güne yayılıyor, müşteriler yavaş
yavaş butikten uzaklaşmaya başlıyorlardı.
Salih Bey düzen adamıydı, gece yarısı kalkıp butiğin
önüne gelmiyorsa bunun iki nedeni vardı: Birincisi içten içe Deli Nevhiz'in bir
delilik yapmayacağını düşünüyordu, vereceği en büyük zarar camları kirletmek
olur diyordu kendi kendine. İkincisi üçlü koltukta uyuklamak gece yarısı
dışarıya çıkmaktan daha cazip bir seçenekti. Bu köşe kapmaca oyunu bir yerde
bitecekti elbet.
Bir gece Nevhiz elinde koca bir taş parçasıyla
geldi. O an neden ona deli dediklerini çok daha iyi anladım. Vitrinden geriye
birkaç adım attı. Kolu geriye doğru bir yay çizdi ve tüm gücüyle fırlattı taşı.
Cam tuzla buz olurken geceye yayılan şangırtı birçok kişiyi uykusundan
uyandırmıştı. Ne yazık ki bunlardan biri de Salih Bey'di...
Hayatımda ilk defa sokağı yaşıyordum. Kaldırım
taşlarını, asfalt yolu vitrinden görmek bambaşkaydı, içinde olmak bambaşka.
Butiğin görüş alanından çıktığımızdaysa hiç karşılaşmadığım bir dünyayla
karşılaştım. Viraneye dönmüş eski evler, sessizliğin hüküm sürdüğü sokaklar. Ne
kadar uzaklaştığımızı bilmiyorum ama mahallenin çok gerilerde kaldığına eminim.
Günler boyu zombi gibi sürünürken bir anda küheylan gibi dörtnala koşmaya
başladı Nevhiz. Kambur sırtı bir heykelden daha dik hale geldi koşmaya
başladığında. Şimdiyse nefes nefese, adımları yankılanırken boş sokaklarda...,
II.
Her soluk alıp verişimde titriyorum. Her nefes
aldığımda gıcırdıyorum. Titriyor kırık dökük pencerelerim, camlarım. Gıcırdıyor
merdivenlerimdeki tahtalarım. Senelerdir yanmadı ocağım. Üşüyorum. Şu kocamış
halimle ayakta durmaya çalışıyorum. Bahçedeki kuyu, bastonum. Çatıdaki
paramparça kiremitler dökülmüş saçlarım. Bir zamanlar önünde oturup sokağa
baktıkları, tül perdelerle süslü pencerelerimin camları kırık şimdilerde. Böyle
buz gibi kasnak çatlatan gecelerde, içeriye ölümün soğuk nefesi gibi doluyor
rüzgâr. Delikanlılar battaniyelerin, yorganların altında iyice büzüşüyor. O
battaniyeler, o yorganlar, o bez parçaları, o paçavralar azar azar getirildiler
de yığıldılar salonumun ortasına. O battaniyeler, o yorganlar olmasa donar
giderdi şimdiye delikanlılar. İçinde can taşımadıktan sonra, ne anlamı var
ayakta kalmanın? Yuva olmadıktan sonra ne anlamı var ev olarak anılmanın?
Çatımdan görüyorum şehrin batısında yükselen beton blokları. Hiçbirinin canı
yok biliyorum. Ölü doğdular ölü mimarların ellerinden. Can taşıyacak ama
canlanmayacaklar hiçbir zaman. Ben ihtiyarladım artık, yaşlandım. Çok konuşurum
o yüzden. Hiç yanmayan şöminemin karşısındaki koltuğa gelip otursanız
duyarsınız mırıltılarımı. Delikanlılar anlattığım masalları dinleyerek
büyüdüler. Bir benim masallarımı bir de analarının umutlarını dinlediler.
Gelecek diyordu babanız, gelecek bir gün. Yirmi sene devrildi koca çınarlar
gibi. Ne o gün geldi ne de babaları...
Nefes nefese girdi bahçeye Nevhiz. Elinde kırmızı
bir elbise. Yavaşladı tahta kurularının yediği ahşap kapımı görünce. Girdi
içeriye. Kapımı ardından açık bıraktı da girdi; elinde kırmızı bir elbiseyle. Merdivenler
gıcırdadı, delikanlılar kıpırdandı. Nevhiz aheste çıktı merdivenlerimden,
salona girdi. Üzerindeki paçavraları çıkardı da elindeki kırmızı elbiseyi giydi.
Gitti çocuklarına baktı. Çoktan uyanmışlardı.
-Ortalığı toplayın! dedi Nevhiz. Babanız gelecek...
Nevhiz, üzerinde kırmızı bir elbise. Tıpkı yıllar
önce olduğu gibi. Daha çok genç olduğu, daha çok genç olduğum günlerdeki
gibi...
Nevhiz’in babası Tahir Bey o dönemin sayılı
mimarlarından. Bir sevdiği var: Nesibe Hanım. Bakışıyorlar, tanışıyorlar derken
sonunda evlenmeye karar veriyorlar ama oturacak bir evleri, başlarını sokacak
bir yuvaları yok. Tahir Bey önce benim arsamı satın alıyor. Arsayı satın
aldıktan sonra da beni tasarlıyor. Başlıyorlar birkaç işçiyle temelimi atıp
kolları sıvamaya. Tahir Bey kendisi de çalışıyor inşaatımda. Aylar geçiyor,
binbir emek ve zahmetle tam da hayallerindeki gibi bir eve kavuşuyorlar Tahir
Bey ve Nesibe Hanım. Tabii böyle güzel bir eve bir ses, bir neşe de lâzım
geliyor. Ben diyeyim dokuz ay, siz deyin on gün sonra bir can daha katılıyor
canlarına. Kızlarına Nevhiz ismini veriyorlar.
Bir zamanlar bomboş olan yanım yörem evlerle dolmaya
başlıyor. Yıllar geçtikçe canlanmaya başlıyor muhit. Günler geçtikçe büyüyor
küçük Nevhiz. En sevdiği çiçek Nergis oluyor Nevhiz’in. En sevdiği meyve kiraz.
En sevdiği ay Haziran oluyor, en sevdiği mevsim yaz. Renklerden kırmızıyı
seviyor en çok. Kırmızı bir elbise giyiyor üzerine hep. Dolaşıyor bahçede
çıplak ayaklarıyla, gökyüzünü seyrediyor. Bulutlar geçiyor, geçiyor yıllar. Büyüyor
Nevhiz. Gökyüzü hep mavi, gönlü hep ferah kalır sanıyor. Olmuyor...
Çimlere uzanıp kitap okurken Nevhiz, bahçenin alçak
duvarlarından onu izleyen birini fark ediyor. Gözlerini gözlerine diktiğinde
kaçıyor ona bakan. Ertesi gün yine bahçeye iniyor. Aynı yerde kitap okumaya
başlıyor. Biraz zaman geçtikten sonra yine izlendiğini fark ediyor ama
önemsemiyor. Henüz on altı yaşında olduğundan, belki de hoşuna gidiyor olan
biten. Ona biri ilgi gösteriyor. Biriyle sessiz sedasız oyun oynuyor. Nevhiz’in
en büyük eğlencesi haline geliyor bu durum. Bense endişeleniyorum onun için.
Ailesi hiçbir şeyin farkında değil. Nesibe Hanım dostlarıyla çay içip dedikodu
yapıyor, Tahir Bey iş sebebiyle şantiyelerden çıkmıyor. Nevhiz için yalnız ben
endişeleniyorum ama endişelenmek hiçbir işe yaramıyor.
Bir gün Nesibe Hanım çay içmek için iki sokak
ötedeki bir tanıdığına gittiğinde Nevhiz kendisine bir türk kahvesi pişirip
balkona çıkıyor. Bacak bacak üstüne atıp balkon sefası yaparken onu izleyen
kişiyi görüyor tekrar. Eliyle kapıyı açmasını istiyor Nevhiz’in takipçisi.
Aşağı iniyor Nevhiz. Karşısında kendisinden beş on yaş büyük bir genç duruyor.
-Açsana kapıyı. diyor delikanlı.
-Açmam. diyor Nevhiz.
Bir süre aptal aptal bakışıyorlar.
-Ben senin adını biliyorum. diyor delikanlı. Nevhiz.
Aç hadi kapıyı.
-Sen beni mi izliyorsun? diyor Nevhiz. Delikanlıdan
yüz çevirip bana geri dönüyor. Kapımdan girerken ‘Aferin kız.’ diyorum içimden
ama yüzündeki müstehzi gülümsemeyi fark ettiğimde, erken sevindiğimi anlıyorum.
Günler geçtikçe daha çok bakışmaya başlıyorlar delikanlıyla.
Artık alenen bakıyorlar birbirlerinin gözlerinin içine. Biri bahçe duvarının
arkasında biri balkondayken. Biri bahçede biri bahçe kapısındayken. Konuşmadan
bakışıyorlar. Dokunmadan sevişiyorlar birbirleriyle. Nesibe Hanım’ın evden gittiği bir gün yine
kapıda bitiyor delikanlı. Nevhiz kapıya koşuyor.
-Adını söyle bana. diyor Nevhiz.
-Salih. diyor çocuk ve kapı açılıveriyor.
Merdivenlerimden çıkıyorlar. Nevhiz’in kalbinin
gümbürtüsü duvarlarımda yankılanıyor. Merdivenlerimden çıkıyorlar, her
basamağım gıcırdıyor. Nevhiz’in küçük odasına geçiyorlar. O daracık yatağa
devriliyorlar. Yumuşak öpücükler sert öpüşlere bırakıyor yerini. Heyecan
korkuya dönüşüyor. Kırmızı elbisesi yırtılıyor Nevhiz’in, gün görmemiş beyaz
teni ortaya çıkınca Salih de zıvanadan çıkıyor. Üzerine abanıyor Nevhiz’in.
Çığlıklarını elleriyle, dudaklarıyla kapatıyor. Kırmızı elbisenin kırmızısı
yatağa yayılıyor bir süre sonra, Nevhiz’in bacaklarının arasından...
Laf olur, söz olur... İnsanlar, biz ‘cansız’
varlıklar gibi değiller. Eşyanın tabiatı uysal, insanın ki vahşi. Dedikodu
olur, gıybet olur. Nevhiz evdekilerin gitmesini bekleyip eve aşığını alıyormuş
olur. Nevhiz bütün mahalleye açmış bacaklarını olur. Elalemin ağzı torba değil
ki büzesin. Dünkü dostun bugün düşman olur. Dünkü tanışla bugün dövüş olur.
Nesibe Hanım’ın kızı Nevhiz’i kirletmişler, evde kalacak, kim alacak olur. Ayol
o kız sağlam pabuç değildi zaten olur. Olur da olur. Kimse ne gerçeği bilir ne
gerçeği görür. Oysa Nesibe Hanım görmüştü...
O gün komşudan geldiğinde hem bahçe kapısını hem de
giriş kapımı açık buldu. Hırsız mı girdi, aman Nevhiz’im diye koştu yukarı.
Etraf sakindi, o kadar sakindi ki ürktü bu sessizlikten. Balkona koştu, yoktu
Nevhiz. Oysa ya bahçede ya balkonda olurdu bu kız. Korka korka odasına koştu
Nevhiz’in. Cansız gibi yatıyordu canı, kızı. Cansız gibi yatıyordu Nevhiz.
Bacaklarının arasından akan kanla. Mavi gözleri tavana sabitlenmiş. Ağzı
sımsıkı kapalı...
Ne o gün konuştu Nevhiz ne de sonra. O sustu,
komşular konuştu. Tahir Bey yüzünü okşadı kızının.
-Yavrum kim yaptı sana bunu? dedi. Nevhiz konuşmadı.
Annesi kızdı bağırdı.
-Söyle kız orospu, ne oldu anlat! dedi. Nevhiz’in
ağzını bıçak açmadı.
Babası dövdü, tokatladı. Nevhiz’in gıkı çıkmadı.
Konuşmadı Nevhiz. Ağzıyla kuş tutmuştu da bırakmaktan korkuyordu sanki. Zorla
birkaç lokma bir şey yiyor. Sonra susup tavana bakıyordu. Oysa konuşuyordu konu
komşu. Mahalle bir kazan gibi kaynıyordu. Bir süre sonra öyle bir baskı oluştu
ki bu küçük çekirdek aile üzerinde, suçlu onlarmış gibi gitmeleri için bütün
iğrençlikleri yaptı koca mahalle. Tahir Bey kahvedeyken olur olmaz laflar
atıldı ortaya. Nesibe Hanım konuya komşuya çay içmeye gidemez oldu. Zorla
bahçeye çıkartıp gezdirdikleri kızlarını gören mahalleli, duvarların üzerinden,
kapının kenarından bahçeye bakmaya başladı. Sanki bir hilkat garibesine
bakıyorlardı. Sonunda kızlarını da alıp gitmek zorunda kaldılar. Terk edildim.
Bu fesat insanların dilleri, yılan dilinden daha zehirliydi...
Hiç beklemediğim bir şey oldu sonra. Nevhiz uzaklara
bırakıldığı halde evine dönen kediler gibi geri döndü bana. Tahir Bey gelip
döve döve, bağıra çağıra geri götürdü Nevhiz’i. O birkaç gün sonra geri geldi.
Nereye götürülüyordu. Nereden kaçıyordu bilmiyorum. Tahir Hanım’la Nesibe
Hanım’a ne olduğunu da bilmiyorum. Sadece Nevhiz’in hikayesini biliyorum. O
benim içimde saklandı. O benim içimde saklı...
Sonunda rahat bırakılınca, tekrar bende yaşamaya
başladı Nevhiz. Acıkınca dışarı çıkıyor. Yiyecek bir şeyler bulup geliyordu. Ne
yazık ki o Salih denen iğrenç herif peşini bırakmadı Nevhiz’in. Nevhiz gelip
tek başına kalmaya başlayınca gizliden içeri girmeye başladı. Yirmilerinin
ortalarında bir insanın nasıl bu hale gelebildiğini aklım almıyordu. Zavallı
Nevhiz aşıktı sanırım bu adama. Çünkü ses çıkarmadı, Salih onu soyarken. Hiç
konuşmadı, sert döşemelerimin üzerinde çırılçıplak yatarken. Yalnızca
gülümsedi. Gözleri Salih’in gözlerine kilitli.
-Bana bakma!Bakma! diye bağırdı Salih. Bana öyle
bakma!
Elleriyle Nevhiz’in gözlerini kapattığında ellerinin
gözyaşlarıyla sırılsıklam olduğunu fark etti ama durmadı.
Daha sonra da geldi Salih, Nevhiz’e yiyecek içecek
getiriyordu. Vicdanının ağırlığını elindeki torbaların ağırlığıyla
dengeledikten sonra bacaklarının arasından yükselen ateşi Nevhiz’e sokularak
söndürüyordu. Nevhiz’in ilk oğlunu nasıl doğurduğunu bilmiyorum ama kucağında
bir oğlanla girdi bir gün içeri. Salih ayağını kesmedi. Oğlanın kendisinden
olduğunu gayet iyi biliyordu. Garip bir aile olmaya doğru gidiyorlardı ta ki
Nevhiz ikinci kez hamile kalana dek. Bir daha hiç uğramadı Salih. Nevhiz umutla
onu bekledi. Sonra çocuklar büyüdü. Anneleri gibi oldular. Suskun, kırgın,
bekleyen. Neyi beklediklerini bilmeden...
Yıllar geçti, ellerinden geldiği kadarıyla yuva yaptılar burayı.
Yine de eski günleri özlüyorum ben, eski renkli
günleri. Şimdi hiç renk yok burada her şey siyah ve gri ama sonunda, yıllar
yıllar sonra gecenin karanlığını aydınlatan bir meşale gibi elinde kırmızı bir
elbiseyle geldi Nevhiz. Şimdi bir yakut gibi parlıyor mumların ışığında...
Delikanlılar pek maharetli. Etrafı öyle bir
düzenlediler ki ben bile hayran kaldım. Geceyarısını çoktan geçti vakit. Dışarıda, gökyüzünde meşum bir
hilal parıldıyor. İçimde, çok eskiden duvarımda asılı olan saatin tiktakları.
Tik, bahçe kapısı açılıyor, tak biri bahçeyi adımlıyor. Tik, giriş kapım
yavaşça aralanıyor, tak bir adım atılıyor merdivenlerime. Tik ve bir adım daha,
tak bir adım, tik ve gıcırtılar ve tak ve tik ve tak ve tik ve tak! Olduğu yere
mıhlanıp kalıyor. Mum ışığı yüzünü aydınlattığında görüyorum kim olduğunu.
Salih bu!
Nevhiz bir kraliçe gibi kendinden emin oturuyor.
Şöminenin önündeki tekli koltuğu merdivenlere doğru çevirmiş, bacak bacak
üstüne atmış. Elbisenin yırtmacından dışarı taşmış bembeyaz bacakları. Mum
ışığında parıldıyor. Salih geçmişe gidiyor, seneler öncesine. Siz de
biliyorsunuz artık hikâyeyi. Pişman mı? Özlem mi duyuyor? Nefret mi ediyor
Nevhiz’den? Bunları bilmiyoruz. Yüzünden hiçbir şey anlaşılmıyor. Tıpkı yıllar
önce Nevhiz’in tavana sabitlenmiş bakışları gibi şimdi Salih’in bakışları. Nevhiz’e
sabitlenip kaldılar. Salih yavaş yavaş ilerliyor Nevhiz’e doğru. Nevhiz
kıpırtısız. Tam elini Nevhiz’e uzattığı sırada Nevhiz’in gözleri parlıyor ve
gölgelerin arasından iki delikanlı çıkıyor. Biri Nevhiz’in sağından diğeriyse
solundan ilerleyip aynı anda ,
-Hoşgeldin baba! diye karşılıyorlar hiç yüzünü
görmedikleri babalarını.
Defalarca sarılıyorlar babalarına ellerindeki uzun
ve sivri bıçaklarla. Salihin koca göbeğine girip çıkıyor bıçaklar. Zamanında
Salih’in Nevhiz’in içine girdiği gibi. Defalarca, canını yakarak, ileri ve
geri. Sesi çıkmıyor Salih’in, çıkamıyor. Sırt üstü yere düşüyor.
Nevhiz ayağa kalkıyor, elleriyle Salih’in tavana
sabitlenmiş cansız gözlerini kapatıyor. Ellerinin sırılsıklam olduğunu fark
ediyor, Salih’in gözyaşlarıyla. Üzerindeki kırmızı elbiseyi bir çırpıda çıkarıp
yerde yatan cesedin üzerine atıyor. Elbisenin kırmızısı tüm döşemeye yayılıyor
bir süre sonra, Salih’in cansız vücudundan...
Burak Albayrak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder