27 Şubat 2019 Çarşamba

Sirkin Tahta Bacağı

Ceset, bilirkişi doktora tevdi edildi.
Ceset, siyah naylon torba içerisinde, çıplak vaziyette.
Ceset, morg sehpası üzerinde.
.
Görüldü.
.
Siyah saçlı, kahverengi gözlü, sünnetli bir erkek cesedi fasikülü, durma noktasına gelmiş canlı hayatının matbu
hali. Dünya hali. Sonsuz teşekkürler. Sonsuz teşekkürler. Dokunmayın ona!
.
Saçlı deri kaldırıldı, iç yüzünde ekimoz, hematom yoktu. Kraniyalkavite açıldı; dura normaldi, kaldırıldı. Beyin ve
beyincik çıkarıldı, dıştan ve kesitlerinde normal morfolojik özelliklerindeydi. Bazal dura sıyrıldı, kraniyal
kemiklerde kırık, çatlak yoktu.
.
Tanrıya şükürler olsun, Tanrı büyüktü.
Bir bu oğlanın pipisi küçüktü.
Kozmos büyüktü, bu iş için ciddi bütçeler ayrılmıştı.
Allah büyüttü.
.
Göğüs cildi kaldırıldı. Kaslarda kanama-ekimoz izlenmedi. Sternal kapak kaldırıldı. Sağ kaburga kemikleri sağlam
bulundu. Sol 1,2,3 ve 4. kaburga kemiklerinde mitskapüler hattan ekimozlu- kanamalı kırık olduğu görüldü.
.
Ter kokusu yıllardır görmediği babasınınkiyle aynı olan kaçıncı oğlan çocuğu?
Dedesinin küfürleri tornistan, taş üstünde taş bırakmayan.
Güneşin uzunca bir süre gökyüzünde görünmediği vakitte doğmuş bir sırtlan.
Bunca bok dönemin biriktirdiği bilinçaltının hasbelkader dışa vurumu, bir ilaçlarını unutma!
.
-İki sen korkaksın!
-İşin aslı, koç taşşağı yemek istemediğim günler oluyor.
-Doğru.
-Sokağın iki kolundan üzerime koşuyorlar.
-Hodri meydan!

Küçük boyutlu meteorların sayısı, daha büyük boyutlu olanlardan daima çok daha fazla.
Kaburgalarına çekiç Adem, nekropsi
Samanlıkta iğne.
Lunaparkın ortasında damarlarıma speedball.
Savaşın ortasında kanallarına speedball.
.
Karın açıldı, karın organları normal anatomik yer ve pozisyonlarındaydı. Karaciğerin kapsülü gergindi, keskin
kenarı normaldi, seri kesitlerde normal morfolojik özelliklerdeydi. Dalağın kapsülü gergin, kıvamı normaldi,
kesitler normal morfolojideydi. Her iki sürrenal dıştan ve kesitlerinde normaldi, her iki böbreğin kapsülü
normaldi, kesitlerinde pelvis, medulla, sınır ve korteks normaldi.
.
En sıkı müptelanın gömlek cebinden bir çeşit tentürdiyot, İstanbul’a.
Şarap şişesinin üzerindeki parmak izleri, sıkı sıkıya tuttuğuna bir işaret.
Yarın muhakkak çok daha farklı olmalısın.
Bugün sarhoşsun, zıkkım iç.
Bir düşman, doğduğun yerden denize döküldü.
Dünyayı yöneten ağrı, acı, suçluluk, ateş, buz, bir pipe’ın içerisinde yandı.
Solunum yolundan gelen seslerle iftihar etmelisin.
Kamburunla iftihar etmelisin.
Tahta Bacak kendinle alay etmelisin.
.
Cesette, muayenede tarif edilenler dışında, başkaca darp, cebir izi, ateşli silah yarası, kesici-delici alet yarası,
boyunda boğma-boğulma, telem izi tespit edilmedi.
Ceset, sağlık kontrolünden geçirilerek, ifadesi alınmak üzere Asayiş Şube Müdürlüğü’ne götürüldü.

Evet sahip, şimdi ne yapmamı istersiniz?
Siyah t-shirt üzerine otoportre, yüz kızartıcı suçlarım.
Onlar senin Tanrıların.
Yüzünü göster!
Junklar ya hapishanede ya askerde temizlenirler.
Verdiğin ifadeyi bir kez de ben gözden geçirdim.
İmzaladım.
Hatta, siz de paranoyalarımdan birinde kurban edildiniz amirim, bıçakla.
Dedesi, şeytanın kalabalık ailesinin en küçük mensubuydu.

İşkencenin görüntüleri Turkish Snuff TV adlı bir Youtube kanalında yayınlandı.
Dört dakika içerisinde bilgisayar başında oturan 8 milyon kişi tarafından izlendi.
Vahşetin görüntüleri.
Kahramansız savaş filmleri.
Çevre dostu volta, Kansas City.
Cizre.
İç savaşta, nehrin kenarına yığılmış cesetlerin arasında.
Adli tahkikat, dış muayene ve otopsi bulgularına göre.
Ben bir ruha sahip olduğumu bilmiyordum.
Nehrin ötesinde ne var, bilmiyordum.
.
Kimse bana sıçtıktan sonra götümü yıkamam gerektiğini söylemedi. Bu yüzden bir kısma kadar bokumla
dolaştım. Hayli büyüyene kadar. Dünyanın da aslında bir gezegen olmadığı ortaya çıkana kadar. Kendinden
başkasını düşünmeyen boktan bir adamın serüveninde, dopingle yarış kazanan atlet, dünya üzerinde
koyulamamış en iyi posta, bak çok fazla kişinin kellesi uçacak, yaşamı belki de imparatorluğun en küçük
odasında son bulacak, gözaltında tutulacak. Kımıldayan her şey ve zehir, zıkkım olacak.
Özür dilerim.
Düzelirim söz, mahcup olmazsam, şapkamı çıkarıp parsa toplarım.
Beni de alın grubunuza.
Tavşan ve kedi sidiğini birbirine karıştırdığımız bir akşam.
Götümde donum yok.
Kardeşliği bozarım.
Kardeşliğe açım.
.
Anal muayene yapıldı. Anal muayenede postmortem dilatosyon dışında herhangi bir özellik görülmedi.

Eren Karatepe

25 Şubat 2019 Pazartesi

Zaman

Saatler de bekliyor mudur bazen
Zaman geçsin diye?
Onlar da heyecanlanıyor mudur
Kendi üstlerinde yaşanacak
Bir buluşma için?
Misal
Bir buçukta buluşacak
İki sevgiliye
Heyecanla gözaltlarındaki
Morlukları kapattırıp
Süslenip püsleniyor mudur bir buçuk?
Yahut
Masaların ihtişamıyla
Yakından ilgileniyor mudur akşamüzeri?

Halil Tekeş

23 Şubat 2019 Cumartesi

Son inancın kızgın söylemleri

insanoğlu, gafiller, aşinasınız zamana. ben değil
önünüzde hazır onlarca bedesten bende sonsuz buğu
pek sevilmeyen bir muhacirim, hevesli bana dışınız
mitolojimde eksik homeros, dilsiz ozanıysa bu ağrı
körpeyim başka’ya, duy duy duy sesini
dirisi kalmamış tonumdan geçen ilyada’nın
yürüdüm gayesiz, olmadan hazan güzellemeleri
elbette iyidir sosyalizm ve öncüleri yeni önderleri
fermanlar bedrettin’li destanlar -hüküm verildi!
bir tegazzül yazayım smith’e, bağışlayın pişman değilim
hey yazı bana uzak kılan, heyyyler heyi şatafat
büyük büyük evler yapay çiçekler kurumayan -tatsız-
hayatını izlemeye vakit bulamayan adamlar kadınlar
sizin misafiriniz değilim ben bir kürt dağıyım
bir fransıza tegazzül aynı zamanda hacı lokman -birlik ağıtıyım
benden geçen sel size vurmaz varsın vurmasın beni yaratır o
bir fırtına gibi savrulayım mevlana’yla nedim ve damlarla
kafanızı bozdukça bozayım
sen. arasından ayrıl onların, tozlu yaprakların şifasını getir
direngen bir gecekonduya girelim sonra orda büyüyelim
ayrıca yasak ihlalleri yapmaya gidebiliriz ama önce
dibimde gör artık sefilliğini sürmekte olan her şeyin
gör gör gör artık / bir daha doğsam yine yakardım gençliğimi
narlı bir yalnızım gidiyorum ölüm nerde -bu sefer bunu sormaya
(bir daha doğsam: ah ne büyük ceza)

Yiğit Kerim Arslan

21 Şubat 2019 Perşembe

Meşguliyet

Elime geçen her yeni kitabın
Okumadan kırdım
Ön ve arka kapağını,
Ben bir şeylere kırarak başlıyorum
Önce kalbimi
Şiiri gördüren bu şubat bitsin
Koptu karanlığın kancası etimle
Senin elin merhemdir
İyileştir
Utanıyorum ağrılarımdan
Dile yağmurla gelen bu aydan
Mutfağımdaki morluk
Ezilen kalbimin çürüğü dersem
Arabeskin ablası desinler bana da
İnsanlar, yağmurlar, hüzünler
Kırıyor günde kaç adım atsam bu darlıkta
Canımın sıkıntısı büyüyor
Kalkıp bu morlukla
Ayvaların içini deşiyorum
Karnı yarılan ayvadan
Tatlı oluyor
Benden meşguliyet
Tanıdığım kadınlar
Kendi kanıyla besleniyor
Yanılsam da sıkıntısı yok
Senin elin iyidir
Akarsuyu göle çeviren
Sabrın kendi lahzası ile
İyileştir.
15 Şubat 2018 Ankara
Birgül Turan

20 Şubat 2019 Çarşamba

Çal Bir Islık

Ses çıkar
çünkü ses içinde yaşamak barındırır
durmak cansızlaştırır nesneyi her bir es geçişten faydasız
hevesini kavgadan çıkarmak durduğun yerde aramaktan daha sahici
bu yumak istemiyor midene bir ıslaklık daha göndermeyi
gırtlağını söküyor acı kanserden korkarken billboard karizması doktor reflü diyor, çık.

zararsız görünebilir insan ama silah boşken de tehlikelidir
ganja hangi avucumda sorunca sana
değil umurumda bilinmezlik elbet duyar kulak kalpazanlığı
erkek olmak hücreden yumruğa sofistike heriflerin midesine cuk

kontrolsüz yaşam aynı kilometrede takılmış hız panelinden farksız
asfaltı yalan bir offroad sürücüsü
elinde bira ağzında yıllanmış puro
çaresizliğimi tetikliyor kaybettiğim hevesimi nerede arayacağımı bilememekte

ne sandın
vardır her tutan gıcığın bir melodisi
olmaktansa teslim istifra ettim üzerine kendini geçemeyen şiirlerin
hırçınlık yaratmadım öğrenmek tekrarın farklı bir yüzü
alakası çok söylediklerimle anlattıklarımın arası
bırak dinlenmeyi boş hevesler için okurken bu şiiri çal bir ıslık 

Hamdi Oğulhan Tünay

17 Şubat 2019 Pazar

Saatler Ankara'yı Gösteriyor

dudakların tel tel yolunuyorsa eğer
ankara’da yıllar sabah akşam buzlanıyorsa demek ki,
ankara’da abdestler buzlanıyor ankara’da
rakılara buz konmuyorsa artık, elmacık kemiklerin çatlıyorsa

sabah artık kalkılamayacak bir şeyse geniş göğün altından
ankara'da yollar geviş getiriyorsa beni ankara'da ciddi bir karardan ibaretse zaman
ellerimde kendi çaresizliğimin bir çaresi gibi tuttuğum
bu eller artık uzak bir yerden bana elveda diyorsa, işte tam oramdan
dişlerini bana geçirmiş bir yırtıcıdır
hırıltılar duyulur her pazartesi gün ışırken ankara’da

ayrılığa hükmü geçmeyen bu devletten de ötedeyse ferman
memurların içkisinde artık bir anason buğusuyumdur ben
o zaman
hükmüm yoktur ayrılığa
yıllar
yollara girdiğinde
o
zaman.

Onur Tuğrul Karabıçak

15 Şubat 2019 Cuma

Lütfen Kapıyı Kapalı Tutunuz İçeri At Giriyor

havalı kadınlar kış günü güneş gözlüğü takarlar
erkekler büyük karton alışveriş paketleri taşır
dükkanların vitrinlerinden yayılmış sağlıklı kediler bakarken
göz ucuyla ucuza kahve içilebilecek bir yer ararım
kabile halinde gezen zengin araplar gizemli bir soru sorar
burada eskiden daha fazla söğüt ve şair vardı
neredeler utangaç hafızalarıyla hangi alışveriş merkezinde
toprağa öfkeli seçim araçları ey ayıbedenler
bırakın artık stadyumlara iyimser bayraklar doldurmayı
bırakın şu şımarık bunak konservatuvar hocalarını
dar kaldırımlar yetiştirmek için kuruldu bu hükümet
sizler o dövüşen kuşağın zekatı bile değilsiniz
işaret eden parmağın tırnak kirlerine takılıp kalmışsınız
hepinizi şahit yazacaklar bu ahmak kavga için
başınız koltuk altında biz neyi kaçırdık diye soramayacaksınız
çünkü vapur tam iskeleye yanaşırken
para üstü vermeyi geciktiren limon sıkacağı satıcısı
hayatın vitaminlerini hatırlatacak martı dışkılarına bakarken
yalnız değil su için şehrin kapıları kalmamıştır artık
ne yani ama biz vergi veriyoruz mu diyeceksiniz
ölümsüz olduğumuzu unuttuk en başından beri
ölümün ve her şeyin bir mekanda gerçekleştiğini
mekanlara biletle girildiğini ve intiharlara öğrenci indirimini
elinizdeki akıllı şey yüzünden baş parmağınız büyüyor bayım
siz hala çok gezen çok okuyan tavuk peşindesiniz
ben yeni bir küskünlüğün peşindeyim kurmacaya karşı
hak etmediğiniz bir yanlış anlamanın sebebiyim
kapıları söktünüz bilerek yaptınız bunu boyun eğerek
sözde bireysel teamülleri kucaklayan bir kalkan için
ve kalkan yok artık çırılçıplağız lüfer hak getire
hiçbir zaman koşamayacağınızı bildiğiniz için ayaklarınıza sıktınız
bu nasıl bir aptallıktır ki koşmak isteyen çocukların rüyalarına
kutsadığınız erdemli değneklerinizi bağladınız
kapıları dışarı çıkmak içindir sandınız ah sabi somutlar
içeri girmeye koşan onlarca atı evin içinde bıraktınız.

Fatih Kök

13 Şubat 2019 Çarşamba

Sırı Dökülmüş Bir Diyalog

Ne demiştim? demiş miydim?
yarılan ağacın sesi yer değiştirdi ormanla.
 Mihyar! bana bak
 gözlerime, bu dolunay benim
 avcumun içinde bir şey yazmaz
 sen geçmişten alırsın hakkını
 ben buyruğuyum geçmişin
 gül değse yüzüne
 seni güzelleştirir kaybın
 beni eksiltir
The leaves asleep under the wind
are the wounds’ ship *
ve o gemi sana da uğramıştır
ama sessizlik başka düşer payımıza
günah sende başka
bende başka
 Mihyar! dostum,
 sen diyordun
 yara bir geçittir

 suskunluğun kirpikleri birbirine değse
 ölüm olur
 sanki biz o ölümden doğduk
 çatallaştı yolumuz
 alnımıza değince çiçeği
 oldu nâr
Şimdi o tekneyle ben açılırım
yalnız kendi kıyısına vuran bir denize
ellerim suyun kalbinde
ayaklarım ürkekçe
ama dilim sağlam
dilim kendi dağında
ellerim suyun kalbinde
ellerim toprakta

Mihyar, mask yourself with burned wood **
 if that’s what you want
 time shall show no one what is good
        but it will reveal
             what is
 and have no fear for its deed
 for it is you who desires
  to tear this garden by its leaves.

Hüseyin Serhat Arıkan

*  Adonis, The Wound. Çeviren, Khaled Mattawa

** Adonis, A Vision. Çeviren, Khaled Mattawa.

11 Şubat 2019 Pazartesi

Beni Düşmenin Balkonlarında Bırakma

Sakallarımın çekinik ellerinden tut
Mahrum kalmanın ağzını kapat
Beni öp, yüzümü dağla
Karanlığımın sanrılarını örtün
Yürü, koynunda soğumadan gecenin teri
Kıvrılmanın ne olduğunu anla
Kısalmanın, uzamanın ağrısını
Avurtlarımı çökerten öfkeyi
Gözlerimin keskin solgusunu
Tırnaklarımı söken acıyı avut
beni kucakla beni sımsıkı
beni mezar taşlarımla yalnız bırakma
Kaybetmenin bütün kıyılarını dolaştım
Düğmelerini söktüm kanayan ceketimin
Aklım almıyor içtiği bunaltıyı
Kollarım es geçemiyor boşluğunu
Terazi tartamıyor neden acıyı
beni kucakla beni sımsıkı
beni düşmenin balkonlarında bırakma
Gürzünü kusan ölümün pençeleri
Zamanı çekiyorken iliklerimden
Ölmenin bir hazzı olmadığını
Etimin bu vücuttan sarkmadığını
Aklımın çığırtkan sirayetini kurtar acıdan
beni kucakla beni sımsıkı
beni aklımın cehenneminde bırakma

Vedat Yıldız

9 Şubat 2019 Cumartesi

Meleklerin Tanrıya Çıkarmak İstedikleri Fotoğraf

kış: soğuk almış kuşların kanatlarıyla
      gökyüzünde dolaşan güneşten
      daha sıcak kasıkların
çarmıhtaki çivinin pası bulaşmış kapıları
cızırtısız açtın
içeri girdik, dağınıklığın-ateşin sobadan bacaya
sıçraması
               kadar doğal
beni onca öpen kadınların izini yalayıp yuttun
tükürmedin
kimsenin silemeyeceği bir iz-ruhundan koparıp
ağzıma bıraktığın
bir kış gecesi-yalbırdak kadeh kaldırdık
günah defterine
üşümedik
bahar: boş bir çukur bulan suyun çağlayışıyla
            kırlara koşan insanlardan
            çok önce vardık renklere
İranlı kadının peçeli yüzünden sızan doğa
karşımızda
kirli botlarıyla barut dişli çağ-gülümsemesi yapmacık
meydanlarda
bizi bunca boğan şehirlerin gürültüsünü, çavlanlarda yıkanan kuşlar
bastırdı
düşen her saç teline görev-kökleri ince olan ağaçların
tutamadığı toprağa
                              doğal set

bir bahar günü-dağlara tat veren çiçekleri
denize gösterdik
ağladı
yaz: sokakta koşan çocuk üç renkli dondurma külahıyla
        sahillere sepet hazırlayan bizden
        daha önce vardı mevsime
beline çingene rengi gömlek bağlayıp çıktın
evi incitmeden
yürüdük, kıskançlıktan yolları kapattı şehir-yanında yürüyen beni
boğmak istemesi
                           çok doğal
saçlarına karışan kumu ayıklayıp öpünce boynunu
büyüdüler
dar geldi sütyen memelerine-uzanıp emdim
güneşten önce
bir yaz günü-çangıl çungul sevişenleri
tanrıya gösterdik
artı attı bize
güz: yaz aşkı’nın bitmesinden kalan boşluğu eylül şiirleriyle
        doldurmak isteyen kişilerden
        hiç olmadık zaten
dere tepe koşan eyersiz atın yelesindeki rüzgâr
balkonda
göğe şarap emdiren kadeh-elinde zamanı durduran
değnek
limandan çıkan bütün gemilere el sallayıp ağlayarak
sarıldık birbirimize
sımsıcak, bir fotoğraf karesi-meleğin tanrıya bir adet
çıkarmak istemesi
                             tüm insanların kurutuluşuna işaretti
bir sonbahar günü-dünyanın kirli yüzünü tutup
yağmura çevirdik
temizlenmedi

İhsan Baran

7 Şubat 2019 Perşembe

Ağlayan Bir Davut

I.

bir izmaritin
suya direnişinde ara beni
nasıl sönüyor hayat, işte görüyorsun
işte biliyorsun marifetim
el yordamım, zikrim.
imtihanlarla dolu
ceviz kabuğunda
bir karganın kırmasını bekliyorsun

II.

bütün hislerinle bugün
raydan çıkabilir tren
ölebiliriz işbirliğiyle
okumayı yarıda kestiğin kitaplar
arkandan ağlayacak
ya kökünden kestiğin bileklerin
yahut tenhada kesilmiş paçavra biletlerle
anmayı öğret, dil çıkarmayı çocuğa
bir çöpün kabiliyet çehresinin
durağanlığa
ve 65'lik memurun monotonluğuna
ekmeğini böl onun
savaşını gör
çölünde yıkan
yahut bir çatının eğrisinde düz durmayı,
öğretebilirsin.
ben ki ateşim, su severim dört mevsim
beni bu serinlikte ara.

III.

taşlık yollarda centilmensin
üstünde ne rop var, ayağında terlik
baba olmayı taksim edemeyen
bir kız babası gibi
bütün kadınları koparıyorsun
kasların hüzünlü kumpanyaların
yavrusuyken
bütün kadınları incitiyorsun

asfalta bastığında ayağın
karizmatiksin
asfaltı kesersem ayağından
sanıma terzi derler bilirim
ama ben bu hayatın hep sönen izmariti
ama elim titriyor son kalemi çekerken
yazılı kanunların
atmosferi kurtaramadığı çağda
kurtul ve amin

ben ki doğruyum, ağlayan bir davut
beni bu davutlarda ara.

Furkan Gülnar

5 Şubat 2019 Salı

Vatan Yahut Silistre


Jeopolitik konumundan ötürü, aksi istikamet, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan araziden yürüyorum. Zemin, kısa bir yürüyüşe henüz uygun. Yüzölçümü 783 bin 562 kilometrekare, kara parçasına kırmızı kutusunda plaket. Peri masallarından çıkmış gibi. Tam parmağımla işaret ettiğim yerde, işte şurada, peri kızı tecavüze uğruyor, uzun uzun binalar çevreliyor sokağı,  peri kızı, bu sahnede öldürülüyor. Binalardan bayraklar sarkıyor. Bugün, özel bir gün, belli. Peri kızının ölüsü dahi iştahları kabartıyor.

Medeniyetlere ev sahipliği etmiş, pek çoğunu geldiklerine pişman etmiş coğrafyanın yaşatıldığı kabarcıkların arasından yürüyorum. Towers dedikleri şey, aşağı yukarı bunlar oluyor. Günaşırı camları parlatılıyor, göz kamaştırıyorlar. Önlerinden, geçemezsiniz efendim, çekilin. Lütfen. İki blok ötede hava tam anlamıyla değişiyor. Hendekler kazılmış sokaklara. Burada biraz daha laubali ilişkiler. Gelip evinizin ortasına bokumu bırakabilirim. Ana dilinizde bana küfürler edin. Burada soğuk beş vakit hissediliyor. Sokaklarda hiç kimse yok. Yapıların dışarıdan harabe gibi göründüğüne de, üzerlerindeki mermi deliklerine de sakın aldanmayın. Bir arkadaşımdan, içlerinde çok lüx yaşantılar sürüldüğünü duymuştum. Şeytanın aklına gelmez.

Bu güzel ülkenin muhakkak bir yerlerine yerleşmeniz gerekiyor. Birkaç iyi emlakçı bu işlerle gönülden ilgileniyor zaten. Üç tarafı denizlerle çevrili. Emsali yok. Isıtması yok. Bir kere  bor madenlerimiz, kültürümüz..  Hızlı ilerlemiyoruz değil mi? Vaktimiz var daha. Dünya daha dönecek. Geçmişten bahsedelim daha çokça. Yoksa eğer, 4 yıl içerisinde muhakkak başıma bir şey geleceğini düşünüyorum,  silah atılmayan bir gün olacak mı acaba diye düşünüyorum.

Açılıp, bir tepenin üzerinden bakıyorum. Karnımın içinde bir huzursuzluk var. Ne kadar güzel heykeller bunlar, işlerin yolunda gitmediği bir gecede üstlerine kusmak isterim. Yıkın diktiğiniz heykellerimi. Şurada, kuzey tarafında ülkenin, parmağımla gösterdiğim yerde,  sanki çocuğun vücudunda morluklar var. Eroinman annesiyle beraber yaşıyor. Her gün, nereden bakılırsa, 40 liraya ihtiyaçları var. Babası konusu, birkaç belirsiz olasılıktan başka bir bok değil. Şu da olabilir, bu da olabilir. Oralarda, özellikle halkın iyiliği için güvenlik zafiyeti var.

İmamları camilerinin, gördüğüm en şakacıları bu koloninin. Cemaatimiz fark etmiyor ama Allahlık konularda en alaycı şakaları da onlar yapar. Hocam, Allaha ayıbın kralını onlar, mikrofonlarından yaparlar. Cemaatimiz için büyük bir felaket bu.

Tepede işler karıştı kontrgerilla, öz eleştirini ver gerilla, silahımı olduğum yere bırakıp, aşağı iniyorum. Söz gelişmekte olan yerlere doğru. Esas mayınlar buralarda diyorlar, ama dedektörü çalıştırmama izin vermiyorlar. IŞİD’e nasıl katılıyoruz? Formu nereye veriyoruz?

Kadıköy Rıhtım’da, gün gelecek, IŞİD’in de stant açacağını düşünüyorum. Sokağı dönünce bir İmza gününe rastlıyorum. Stantlarda sanat eserlerini imzalıyorlar. Martılara gemiden simit atıyorlar. Yavşaklık yapmayın, bir tepsi simidi, delikanlı gibi, martıların önüne bırakın artık. Sizi afişlerinizden takip ediyorum, her yeni bir afişte, nikotin reseptörlerim yeniden yeniden devreye giriyor, agresyon problemi yaşıyorum, hasta hissediyorum. Sahte bir mesih olarak birkaç video yayınlamak istiyorum. Volkan ben kamerayı kapat diyene kadar kapatma. İlan, ilan, ilan ediyorum. Ne olur, bana imzalarınızı verin, siktiğimin imzaları bana lazım. Bana stantlarınızın yerini söyleyin.

Mezozoik Dönem. Nalburlar artık balicilere bali vermiyor. Bir uçan kemirgen tarafından, yolda yürürken, ensemden tutulup kaçırılacağımı düşünmeye başladım. Bu son gezim olacak, yemin ediyorum. Bu kış, bir daha evden çıkmayacağım. Orta kesimlere geldiğimde tam olarak bunu hissediyorum.  Ama burada da yine apartmanlar var? Akıllarının bir kenarında hep ağızlarına bir şeyler tıkmak var. Düzen diyorlar. Allah diyorlar. Vatan. Tahsil. Akşam yemekte ne var? Televizyonda ne var?

Saldırıya karışanların kimlikleri hala belirlenemedi mi? Cumhuriyetin ilanından beri - yaşasın cumhuriyet-hiçbir örgüt suçu üstlenmedi. Lafı eveleyip gevelemeyin yahu, sorun değil. Unuttuk gitti. Kim olsa aynısını yapardı. Dönemin şartları vardı. Şuralar hep işgal edildi ama buralar bir ara fetih de edildi. Abdulmecid’in ”Haremde Goethe” adını verdiği tablosunu gördünüz mü? Osmanlı’nın, torunlar arasında paylaşılamayan mirası için, ülkedeki bütün bando takımları yola çıktı, seslerini uzaktan duyabiliyoruz. Hepsini, ülkenin izbe bir yerlerine çekip, ağızlarına çorap tıkmak istiyorum. İlçeden gelen silah sesleri kesilene kadar kulaklarının dibinde borazan öttürmek, tokmakla kafalarına vurmak istiyorum.

Piyade birlikleri! Havan mermilerini hazır edin! Hayvancılığıyla meşhur bir bölge vardı, şu hani, oraya gidelim diyorum. Sosyal sorumluluk projemizi de yükleriz katırların sırtına. Ne yapacağımıza yolda karar veririz. Kentin tüm çocuklarını toparlarız gider gitmez önce, sonra aklımıza muhakkak bir şeyler gelir. Mesela, burada hiç sinema salonu olmadığı için Şafak Sezer’in filmleri izlenemiyor. Onunla alakalı bir girişim düşleyebiliriz. Çocuklarla bir sinema salonu inşa ederiz, adını Şafak Sezer Sineması koyarız. Açılışa onu da çağırırız, o çocuklara umut verir, çocuklar ona çüklerini gösterir.
Büyük meydandan caddeye çıktığımda, açık bütün kepenkleri kapatmak istiyorum ama yorgun hissediyorum. Yoldan geçen zırhlı araçlar yeni aldığım pantolonumun üzerine kan sıçratıyor.

Bunun hesabını kim verecek, sizi dava edeceğim.

Evime ulaşmak için, sadece biraz daha yürüyeceğim.

Şimdi, rica minnet, artık kara kışı geçireceğim evime gitmek isteyeceğim.

Orada, belli ki daha iyi hissedeceğim.


Eren Karatepe

3 Şubat 2019 Pazar

Vebâl


ellerim topraktı
ellerimle dikmiştim fidanları
                 suydu, geldi miydi
                              hiç gecikmez fışkınırdı ağaçlarım
                                     serpil serpil serpilirdim
                                                -serpilmemeliymişim-



geceleri sayıklıyormuşum
sabahları küfrederek uyanıyormuşum
                  hem de güneşe.

sonra,
-kaç zaman oldu bilmiyorum-
açılmışım, bunu biliyorum.
eylül gibi dökmüştüm geyikli sofrabezine kendimi
güzellikler olur sanmıştım
          sofra olmayacağımda hiç bu denli yanılmamıştım.

ellerim topraktı
hangi uzvumla üzüleceğimi şaşırdım.
           -şaş oldum-

durdum, gövdem vardı
                 yarı belinden yarılmış bir sedir.

baltanın ne olduğunu unutturan ormancı beni ikiye parçalamıştı.

hangi söğüde iğdeye güvenilir şaşırdım
           -şaş oldum, taş olamadım-

bağlarım bahçelerim devrildi üstüme. onlara soluk olan yapraklar beni boğdu, taşıyamadım ormanımın virânını.

“kendimi aşılayayım sana, sağaltayım yaranı”
                  dediğim her ağaç
neslimi tüketti.

biri bu umudu kazısın benden
sakınarak gizli ormanlar yaratmaktansa
inanın ağaç isimlerini unutmayı yeğlerim.

elim kolum kurudu
“hangi budağımdan taşayım
             uzanayım dünya tane yaprağımla” derken
dünya tane kurudum.

beni nemlendirmeyin artık
bırakın kökümü unutayım
söz yayla çiçekleri takınmayacağım daha
    kimseye şiir olmayacağım
    söz; reçinemi alıp kursağıma
    söz; büsbütün gömüleceğim bozuk bir tohum gibi toprağa.

ellerim topraktı
neslim vardı.

ellerim topraktı
kendim taneydim
tane tane çatlardım.

sevinince üzüm
       üzülünce şaraptım.

toprak ellerimdi
altıma neslimin tükendiğini serdim.
içimdeki son sediri
         inşa edeceğim tekne için öldürdüm.
gidiyorum,
         bu seferin vebâli sizin,,

Beste Naz Karaca

09.11.2018   00.19
ankara

Her Şeye Yeniden Başlamak Mümkün Mü?

arzın merkezinden başlayarak senin merkezinden, ilk öptüğümden nefes suyundan ağaçların ayaklandığı yerden konuşurken uzayan boşluklarda...